Pek Hazin Bir Mevlid Gecesi |
Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed.
Aylar bize hep Muharrem oldu!
Akşam ne güneşli bir geceydi...
Eyvah, o da leyl-i mâtem oldu!
Alem bugün üç yüz elli milyon
Mazlûma yaman bir âlem oldu:
Çiğnendi harîm-i pâki şer´in;
Nâmûsa yabancı mahrem oldu!
Beyninde öten çanın sesinden
Binlerce minâre ebkem oldu.
Allah için, ey Nebiyy-i ma?sum,
İslam?ı bırakma böyle bikes,
İslam?ı bırakma böyle mazlum.
Bize, "Dini, Felsefı Musahabeler"gibi muazzam bir
Eser yazan yâr-ı canım, üstâd-ı hâkîmin Hazret-i
Ferid´in kıymetdâr bir hâtıra-i iltifâtıdır.
Enîs-i rûhum Âkif´e,
Safahat´ın üçüncü kısmını neşre muvaffakiyetinden dolayı seni hâlisane tebrik eder diğer kısımlarının da peyderpey neşrine muvaffak olmanı Cenâb-ı Hak´tan temenni eylerim.
Lisân-ı nazma -mâhiyetini tağyîr etmeksizin- müstaid olduğu inkişâfı verdin. Türkçe?nin nazma gâyet elverişli olduğunu eserlerin ile isbât ettin. Bir müddetten beridir lisânımızda herkes istediği gibi tasarrufâta kıyâm eylediğinden, lisânımız. hepimizin lisânı olmak derecesinden lisân-ı şahsî olmak derekesine düşmüştür. Filhakika, üslûb, sahsın malı, ta´bîri digerle sâhibinin timsâlidir; fakat lisânın rûhuna dokunulmamak şartıyle.
Herkesin lisanda bir tasarruf i mahsûs icrâsına salâhiyetdâr olması bir hadde kadar mücâz olabilir; o haddi tecâvüz edenlere: Dur! Demek lâzım gelir. Halbuki lisânımızda icrâ-yı tasarrufâta kıyâm edenler, teceddüd gösterenler, hiçbir hadde riâyet etmiyorlar, hiçbir mikyâsa tâbi´ olmuyorlar onun için lisânımız da günden güne çığınndan çıkıyor.
Meselâ bir heykeltraş, tasarrufât-ı hayâliyesiyle eserini kemâl-i mümküne îsâle çalışır. Lâkin hiçbir zaman tabiatın ta´yin ettiği haddi tecâvüz edemez. Eserini o had dâhilinde kemâl-i mümküne îsâl eder. O haddi tecâvüz ettiği anda, eseri bir eser-i san´at değil, bir nümûne-i garâbet olur. Zîrâ sanâyie hâs olan kemâl-i nev´inin zevk-i sahih denilen bir mikyâsı vardır. Âsâr-ı san´atte gösterilecek kemâl, dâimâ o mikyâs ile ölçülür.
Ressamlık da böyledir. Ressam, eserinde göstereceği kemâli, anâsır-ı
san´atin nazm-ı tabî´îlerini bozmamak şartıyle gösterebilirse mahâret ibrâz etmiş olur; gösteremez ise tabîati kaba bir sûrette istinsâh ederek âdî bir mukallid derekesinde kalır.
Anâsır-ı san´ati vaz-ı tabî´îlerinden çıkaran kimse, kavânîn-i san´ati ihlâl etmiş demektir. Vâkıâ bu hâl ender olarak duhâttan sudûr eder. Halbuki nazar-ı sahih ile bakılacak olursa dehâ-yı hakîkînin, bu hareketiyle kavânîn-i san´ati ihlâl etmediği, belki san´atin kavânîn-i mevcûdesine bir kânun daha ilâve eylediği görülür. Dehâya hâs olan bu tasarrufu taklide kıyâm edenler dâimâ aldanırlar, dâimâ muvaffakiyetsizlik girdâbına düşerler.
Mûsıkînin de o gibi benzeri görülmemiş kullanım veya tasarruflara aslâ
tahammülü yoktur. Heykeltraş olsun, ressam olsun, musıkî-şinâs olsun, dâimâ san´ate hâs olan mikyâs-ı nev´îyi elinde tutmağa, san´atinde göstereceği eser-i kemâli o mikyas ile ölçmeğe mecburdur.
Bu şarîtaya riâyet etmeyen san´atkârların eserleri âsâr-ı san´atten ma´dûd olamaz. Ne fâide ki şürde bu dakîka asla nazar-ı i´tibâre alınmıyor. Çok kimseler sâha-i nazmı tasarrufât-ı mübdiâneleri için gâyet vâsi ; gâyet müsâid buluyorlar. O vâdide gösterdikleri garâbetleri herkese birer bedîa-i ma?rifet sûretinde kabûl ettirmek istiyorlar. Yeni şiirlerde bunun pek-
çok nümûneleri görülüyor. Çok kimseler de şi´rin hakikatini, şiirde gösterilebilecek tasarıufâtın hadd-i tabî´îsini ta?yinden aciz olduklarından bu başlıklara teceddüt yâhud kemâl-i san´at nazarıyle bakıyorlar. Elhâsıl öteki san´atlerin kabûl etmedikleri o gibi tasarrufât-ı dâhiyâneyi zavallı şiir kolayca kabûl ediyor. Eğer şir´imizde gösterilen keyfi tasarruflar bilfarz heykeltraşlıkta, ressamlıkta gösterilmiş olsa idi, heykeltraşın elinden çıkan bir heykel herhalde bizim bilmediğimiz bir mahlûk olur idi! Kezâ bir ressamın böyle bir tasarruf neticesinde vücuda getireceği eserler de bize görmediğimiz, bilmediğimiz bir âlemin menâzırını tasvîr eder idi. Şi?rimizde bu garâbet çoktan ta´ayyün etti. Fakat onun temyizi diğer san´atlerdeki garâbetlerin temyîzi kadar kolay olmadığından bugün o garâbetlere, yukarıda söylediğim gibi, teceddüt, yâhud kemâli san´at nâmı veriliyor. Bakalım bu hâl ne zamâna kadar devam edecek? Fakat sen lisân-ı şi´ri, mâhiyet-i nev´iyesine hâs bir tekâmüle namzed kıldın; muvaffak da oldun; daha da olacaksın.
Gelelim ikinci mülâhazaya: İhtimal ki "San´at san´at içindir; san´atten maksad yine san´attir; san´atte dinî, ahlâkî, siyasî bir gâyet aramak abestir" diyen, senin mesleğine i´tiraz edenler, onu hoş görmeyenler vardır.Fakat o dinsizliğe, ahlâksızlığa da alet ittihaz etmemek lazım gelir. Zirâ san´at, bu sûretle kayıddan âzâde edilmiş olmayıp, belki kuyûdun en berba-
dıyle takyîd edilmiş olur. Ben, senin eserlerinde bu düstûra muhâlefetini gösterecek bir şey görınüyorum. Çünkü sen de san´atte gâyet aramıyorsun; lâkin gâyette san´at arıyorsun. Mesleğin tamamiyle maksadını te´mine kâfidir. Hemen feyyâz kalemine istediği cevelânı ver; ciddî eserlere teşne olanları feyz-i kaleminle reyyân et! Safahât´ın bu kısmını teşkil eden manzûmelerin menbaı Furkân-ı Hakim olduğundan hepsinin ilhâm-ı mahz eseri olduğunu
söylemek zâiddir. Hemen söyle, hemen yaz! Tevfik-i Hudâ refikin olsun, azizim.
30 Mayıs 1329 Ferid |
|